Sanal Ve Arttırılmış Gerçeklik
Teknolojilerinin Sınırlı Sayıdaki Şirketlerin
Tekelinde Olmasi Gordon’I Hakli Çıkarıyor .
Northwestern Üniversitesi’nde görev alan ekonomist Robert J. Gordon, geçtiğimiz yıl The Rise and Fall of American Growth (Amerikan Büyümesinin Yükselişi ve Düşüşü) adlı kitabını yayımladı. Prestijli New York Times gazetesinin çok satanlar listesinde uzun bir süre kalan bu kitap, günümüzde teknolojinin üretkenliğe ve kalkınmaya eskisi kadar etki etmediğini vurguluyordu.
Gordon’ın ne demek istediğini anlamak için biraz geçmişe gitmek ve teknolojik gelişmelerin üretime ve ekonomik büyümeye etkisini incelemek gerekiyor. İnsanlığın gelişiminin binlerce yıl boyunca büyük sıçramalar yaşamadığını söylersek hata yapmış olmayız. Çünkü 15. yüzyılda icat edilen matbaa ile 18. yüzyılda icat edilen buhar makinesine kadar insanların yaşamına ya da üretkenliğine direkt olarak etki eden bir icat ortaya çıkmamıştı.
Düşünün, milattan önce de insanlar at sırtında seyahat ediyordu, 18. yüzyılın sonlarında da. Ancak matbaa ile buhar makinesinden sonra her şey değişti. Özellikle buhar makinesinin icadının ardından 19. yüzyılın ilk yıllarında demiryolları, 1876’da telefon, 1903’te uçak ve 1928’de Penisilin insan hayatını tamamen değiştirdi.
Ardından icatların yaşamımızı daha da hızlı etkilediği bir döneme girdik: 1969’da Ay’a adım atılmasının ardından 1975 yılında bilgisayarlar herkesin ulaşabileceği ürünler olarak piyasaya çıktı. Ardından, 1990 yılında, internet hayatımıza girdi. 2000’li yılların sonunda ise yepyeni bir kapı açıldı: İlk iPhone’un Steve Jobs tarafından tanıtılmasının ardından internet “mobilite” kazandı.
Sosyal ağların yaygınlaşması sayesinden de dünya gerçekten de “küçüldü.” Tüm bu “yeni nesil” icatların yarattığı gelişim bir yana, Gordon’a göre ekonomik kalkınmanın anahtarı olan “üretim”, 1970 yılından bu yana hiç ivme kazanmadı! Hayatımızı değiştiren teknolojilerin, 1970’lerden beri zaten hayatımızda olduğunu vurgulayan Gordon; elektrik, uçak, klima ve televizyonun etkisinin günümüzdeki teknolojilerden çok daha büyük olduğunu belirtiyor.
YAPAY ZEKA ÜRETİMİ ETKİLİYOR MU?
Dünyanın en önemli ve büyük şirketleri son birkaç yıldır yapay zeka pastasından dilim kapabilmek için birbirleriyle yarışıyor. Sadece Apple, yapay zeka konusunda uzmanlaşmış onlarca şirketi satın aldı. Microsoft ve Google da aynı yolda ilerliyor. Tüm bu, milyarlarca dolarlık yatırıma rağmen “yapay zeka”nın, buhar makinesinin yarattığı etkiyi yaratması mümkün gözükmüyor. Yapay zekanın kullanım alanlarına bakalım; veri bilimi ilk sırada yer alıyor.
Bilişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte daha önce kimsenin hayal edemeyeceği kadar veri çıktı ortaya. Bu verileri insanlarla incelemek mümkün değil. O nedenle bu veriler, yapay zekanın yardımıyla işlenmek zorunda! Bilişim odaklı şirketlerin yapay zekaya yatırım yapmasının nedeni de tam olarak bu! Ancak yapay zekanın bu kullanım alanı hiçbir şekilde üretime olanak sağlamıyor.
Gelelim yapay zekanın farklı bir kullanım alanına: Makine Öğrenmesi… Makine Öğrenmesi’ni (Machine Learning) kısaca şöyle tanımlamak mümkün: Matematiksel ve istatistiksel yöntemler kullanarak mevcut verilerden çıkarımlar yapan, bu çıkarımlarla bilinmeyene dair tahminlerde bulunan yöntem paradigması.
Makine Öğrenmesi’ne güncel örnekler ise yüz tanıma, belge sınıflandırma, spam tespit sistemler şeklinde verilebilir. Yüz tanıma bu anlamda iyi bir örnek. Çünkü Makine Öğrenmesi günümüzde en yaygın şekliyle güvenlik amacıyla kullanılıyor. Ancak Nesnelerin İnterneti gibi yeni gelişmeler sayesinde makinelerin öğrenim pratiğinin hızlanacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Özetle, Gordon şimdilik Makine Öğrenmesi konusunda haklı olsa da ilerleyen yıllarda neler yaşanacağını söylemek güç! Yapay zeka sayesinde daha doğru ürünün, daha hızlı bir şekilde üretilmeyeceğini söylemek doğru olmaz. Bunu zaman gösterecek.
SANAL GERÇEKLİĞİN GÜNÜMÜZDEKİ KULLANIM ALANLARI
Son yılların en popüler yeni teknolojilerinden sanal gerçeklik ve artırılmış gerçekliğin kullanım alanlarına da bakmak şart. Sanal gerçeklik artık spordan inşaata, yazılım dillerinin geliştirilmesinden moda ve sağlığa kadar birçok alanda kullanılıyor. Ancak asıl etkisinin eğlence sektöründe olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan yapay zeka gibi sanal ve artırılmış gerçeklik teknolojilerinin de sınırlı sayıdaki şirketlerin tekelinde olması Gordon’ı yine haklı çıkarıyor. Çünkü tüm bu teknolojilerin “kaymağını yiyenler” üç-beş şirketten fazlası değil. Forbes’un en varlıklı kişiler listesinin ilk beş sırasındaki isimlere ait servetin, dünya nüfusunun yarısının servetine eşit olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bu anlamda, 1800’lü yılların sonu ile 1970’e kadar geçen sürede yaşanan topyekün kalkınmanın 1970’den sonrası için de geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Tüm bu yeni teknolojilerin gelir dağılımını iyiden iyiye adaletsizleştirmesi Gordon’ın tezini de haklı çıkarıyor.