Demanstan Alzheimer’a
Dr. Alzheimer 1906’da bir hastasına yaptığı otopside, beyin dokusunda senil demansın ağır bulgularının yanısıra, incelmiş kortekste hücre kaybını ve dejenere olmuş hücrelerin oluşturduğu plakları keşfetmiş
Yaşadığımız sürece yaşlanırız. Biraz unutkan olmak da yaşlanırken çok normal kabul edilir. Ancak yaşadığı yeri, zamanın akıp gidişini, gündelik hayatın basit işlerini, sevdiklerini, hatta kendi bedenini yavaş yavaş unutuyorsa insan; demanstan (bunama) söz etmek gerekir. Demans ve onun en yaygın türü olan Alzheimer hastalığı, hayat beklentisinin 30 yıl arttığı 20. yüzyılda artık büyük bir problem. Hastalığın tarihsel teşhisi…
Kimi hastalığın yalnız- ca biyolojik bir çerçe- vesi olmayıp, sosyal ve kültürel çerçevesi de vardır; yani kabul edilip adlandırılana kadar, bir anlamda hastalık yoktur. Biyolojik realitesinden başka, sosyal ve kültürel boyutu da olan demans, işte böyle bir hastalık. 19. yüzyılın sonundan itibaren çerçevesinde dramatik değişiklikler olmuş; normal yaşlanmanın patolojik bir varyantından mutlak bir hastalığa doğru evrilmiştir. Yaşlılığa bağlı demansa baktığımızda, her zaman insan deneyiminin bir parçası olduğunu görürüz.
20. yüzyı- lın başlarında hastalık olarak algılanmaya başlanmış ve yine 20. yüzyılın son çeyreğinde büyük bir halk sağlığı problemine dönüşmüştür. Demansın taşındığı bu yeni çerçeve sadece medikal konseptin değiş- mesinden değil, yaşlanmanın getirdiği sosyal transformasyondan da kaynaklanmaktadır.
Antik çağlarda, Yunan ve Roma uygarlıklarında bunamak, yaşlanmanın çok normal ve kaçınılmaz bir parçasıydı. Hatta Yunan mitolojisinde yaşlılığın bir de Tanrısı vardı: Geras. Yaşlanan kişiye ün ve cesaret bahşetse de Geras onları zihinsel çöküşten koruyamıyordu. MÖ 8. yüzyılda yaşayan Yunan düşünür Pythagoras hayatı bölümlere ayırmıştı; son iki bölüm yaşlılığa aitti ve bu iki bölümün karakteristiği vücut giderek çürürken zihinsel yetilerin de tükeniyor olmasıydı.
Keza Hipokrat, yaşlılığa bağlı olarak bedenle birlikte zihnin de gerilediğini gözlemiş ve bunu paranoya olarak adlandırmıştı. Platon ve öğrencisi Aristo’ya göre de yaşlanmanın ka- çınılmaz bir sonucuydu zihnin yaşlanıyor olması. MÖ 2. yüzyılda yaşayan Roma’lı filozof Cicero ise zihinsel olarak aktif geçen bir hayatın bunamayı geciktireceği hatta önleyebileceğini ilk farkeden kişiydi. 2.yüzyılda yaşayan ve kendisinden sonraki tıbbı neredeyse bin yıl boyunca etkileyen Romalı hekim Galen, demansı morosis olarak tanımlamış, akıl hastalıkları arasında saymış ve yaşlılığa vurgu yapmıştı.
Kilise dogmalarının hakim olduğu Ortaçağ boyunca Batı tıbbında yeni bir bilgi neredeyse hiç üretilmemişti. 17. ve 18. yüzyıllara gelindiğinde, anatomik diseksiyonların yapıldığı, insan bedeninin doğrudan gözlemlendiği bu aydınlanma çağlarında, beynin yapısı da aydınlanıyordu.
Geçip giden bütün bu zamanlar boyunca, bunayan insanlar toplumdan izole edilerek akıl hastanelerine kapatıldılar ve bu durum Fransız hekim Philippe Pinel’in akıl hastaları için daha hümanist bir yakla- şımın öncülüğünü yaptığı 18. yüzyılın sonuna kadar devam etti. 1797’de Philippe Pinel’in 34 yaşında bir kadın hastası oldu.
Alışılmışın dışında bir hastaydı bu kadın. Yavaş yavaş her şeyi unutuyordu; öyle ki birkaç yıl içinde neredeyse bütün hafızasını kaybetmiş; konuş- mayı, yürümeyi, kaşık-çatal, saç fırçası gibi sıradan şeyleri kullanmayı unutmuştu. İşte, Latince kökenli bir kelime olan ve “zihinsel melekelerin tutarsızlığı” anlamına gelen demans (démence), Philippe Pinel tarafından ilk kez bu hastanın muzdarip olduğu durumu tanımlamak için kullanıldı.
Pinel, hastası öldüğünde ona otopsi yaparak basit bir mikroskopla beyin dokusunu inceledi ve iki özellik kaydetti: Hastanın beyni boyut ve ağırlık olarak küçülmüş, normalin 2/3 oranına gerilemiş ve sıvı miktarı artmıştı. 1801 yılında Philippe Pinel bu sıradışı hastaya ait gözlem ve bulgularını yayımladığında ilk demans vakası da kayıtlara geçmiş oldu.
İkinci bir vakanın literatüre girmesi için bunun üzerinden tam bir asır geçmesi gerekecekti. Demansın en belirgin belirtisi hafıza kaybıydı ve bu durum çoğunlukla yaşlılıkla ilintiliydi. Ortalama insan ömrü uzamaktaydı ve ömür uzadıkça demans da artmaya başlamıştı. 19. yüzyılda “senil demans”, yani yaşlılık bunaması terimi ortaya atıldı.
Bu dönemde bakteriler keşfedilerek birçok hastalığın etkeni aydınlanırken, psikiyatri tıbbın diğer branşlarının gerisinde kalıyordu. 1857’de Alman psikiyatristler sifilisin (frengi) sebep olduğu nöro-psikiyatrik durumu aydınlatınca, bu hastalık demansın yaygın bir sebebi olarak dikkate alınmaya başlandı ve diğer akıl hastalıklarının da sebebi ve dolayısıyla tedavisinde gelişmeler olabilir diye yeni bir ümit doğdu.
20. yüzyılın henüz başında, 1901 yılında, Auguste Deter adında 51 yaşında bir kadın, kocası tarafından Frankfurt’ta bir akıl hastanesine götürüldü. Paranoya tarzında takıntılı düşünceleri, agresif davranış- ları, hafıza kaybı ve konuş- ma problemleri olan bu hasta kendine bakamıyor, yardımları reddediyordu; muayenesinde bellek bozukluğu, yazma ve okuma zorluğu saptanmıştı.
Hastayı, Dr. Alois Alzheimer tetkik ve takip etmeye başladı. Belirtiler zamanla ilerliyordu; halüsinasyonlar ve bilişsel bozukluklar eklenmişti. 1903’te Dr. Alzheimer, Mü- nih Üniversitesi’nde frenginin sinir sistemi üzerinde yol açtığı tahribat üzerine çalışan devrin tanınmış psikiyatristi Dr. Emil Kraepelin ile birlikte çalışmak üzere Münih’e taşındı; ancak uzaktan da olsa hastasını takibe devam ediyordu. 1906’da hastası ölünce, bey ni otopsi için Dr. Alzheimer’a gönderildi.
Dr. Alzheimer post mortem raporunu yazarken, hastanın zihinsel problemlerini kaydetmenin dışında, mikroskopta incelediği beyin dokusunda, senil demansın ağır bulgularının yanısıra (yani büzülmüş ve sıvı dolu bir beyin), beyin kabuğunun (korteks) incelmiş olduğunu, korteks hücrelerinin 1/3 oranında kaybolduğunu, bunların yerini dejenere olmuş hücrelerin kalıntıları olduğu düşünülen lifsi yapıların (nörofibriller) aldığını ve beyin dokusu içinde kemiksi yapıların (plaklar) olduğunu vurguladı.
Bunun daha önce tanımlanmamış yeni bir hastalık olduğunu dü- şünüyordu. Bu keşfini aynı yıl Almanya’da yapılan psikiyatri kongresinde sunduktan sonra, 1907’de Psikiyatri ve Adli Tıp dergisinde yayınladı. Pinel’in hastası ile benzer davranışlar gösteren 50’lerindeki bu kadın onun tarif ettiği hastalığa sahip gibi görünüyordu. Dr. Emil Kraepelin 1910’da yayımladığı Klinik Psikiyatri kitabında bu hastalığa “Alzheimer hastalığı” adını verdi. Yayımlandığı yıllarda hiç dikkati çekmeyen bu makale 70 yıl sonra atıf almaya başlayacak ve Alzheimer adı meşhur olacaktı.
20. yüzyılın ilk on yılında Alman psikiyatristler Emil Kraepelin ve Alois Alzheimer, demansı en sık görülen ikinci akıl hastalığı olarak tanımıştı. Ancak Alzheimer’ın bulguları- na 20. yüzyılın ikinci yarısında daha çok önem verilmeye başlandı. Başlangıçta bilimsel camia, Alzheimer ve yaşa bağlı demansın aynı şey oldu- ğu konusunda uzlaşamamıştı ve 1960’lara kadar yaşlılık demansı ile daha nadir ve daha genç yaşlarda görüldüğü dü- şünülen Alzheimer hastalığı birbirinden farklı hastalıklar olarak telakki edilmişti.
Fakat zaman içinde benzer gözlemler biriktikçe, klinik muayene bulguları ile patolojik bulguların kesin bir ayrımının olmadığı görülerek, hastalık “Alzheimer tip senil demans” adı altında birleştirildi. 20. yüzyıl ortalarına gelindiğinde, bu kez ABD’de şöyle bir gözlem ortaya çıktı: Eyalet akıl hastanelerinde demans hastaları giderek artıyor, hastane kapasitelerini aşıyordu. Bu hastaların iyileşme ümidi yoktu. Eyalet hastaneleri tedavi merkezi değil, bağımsız yaşamaları mümkün olmayan bu hastalar için depo hastanelere dönüşüyordu. 1930’lardan 1950’lere doğ- ru, demans bir beyin hastalığından çok psiko-sosyal bir probleme dönüştü. Toplum yaşlılarını ne yapacağını bilemiyordu. 65 yaşın üstündeki nüfus hızla artıyor, buna paralel olarak bedenlerinden önce zihinleri ölen insanlar da artıyordu.
Yaşlanan dünyada büyük bir halk sağlığı krizi baş göstermişti. 1970’lerin sonlarından itibaren 68 kuşağı da yaşlanmaya baş- lamıştı. 1980’e geldiğimizde Alzheimer artık sokaktaki insanın bildiği bir kelimeye dönüştü. Araştırma fonları oluşmaya başladı. Sayı çığ gibi büyüyor ve sağlık sistemini zorluyordu.